Merdivenleri koşar adım hızla tırmanıyordu. Önce birer birer, sonra üçer üçer atlamaya başlamıştı. Gözünün önünde basamaklar o kadar hızlı geçiyordu ki başı dönecekti neredeyse. Tüm bu acelenin sebebi perona yaklaşmak üzere olan hızlı treni yakalamaktı. Gözünün önüne güvenlik kapısı aniden geliverdi. Buraya ne kadar da hızlı geldiğini anlayamamıştı. Elindeki bez poşeti kontrol cihazının içine atıvermişti adeta. Kendisi de X-ray cihazından telefon ve anahtarlıkları yan sehpaya bırakarak geçti. Cihaz öttüğü için güvenlik ile göz göze geldiler. Çantası ise kontrol cihazının içinden çıkmış kendisini alacak bir el bulamayınca patinaj yapar gibi, altından kayan bandın dışına çıkmıştı bile. Acelesi olduğunu gözleri ile anlatmıştı neredeyse. Güvenlikten tamda istediği cevap geldi.
- “Üzerinizde metal başka bir şey
yok değil mi?”
Bu soruya hızlıca; “kemer tokam olacak” diye cevap verdi Emre. Gelecek cevabı beklemeden telefon, anahtar ve neredeyse aşağı düşecek olan bez poşetini alıp hızlı adımlarına kaldığı yerden devam etti. Bu sefer yürüyen merdiveni üçer üçer çıkmaya başladı. Sonuna geldiğinde yürüyen merdivenin hızı ile birleşen kendi hızı sebebiyle merdivenden inerken düşecek gibi oldu. Adımları giderek hızlanmış hatta kalabalığın elverdiği boşluklardan fırsat buldukça koşar olmuştu. Bir yandan kendi kendine kızıyordu. Sabah alarmı çaldığında her zaman olduğu gibi telefonun alarmını birkaç kez ertelemiş ve sonrasında ancak uyanmıştı. Oysa bugün yetişmesi gereken bir treni vardı.
Bir şeyleri ertelemek onun
hayatının her alanına sirayet etmişti. Sabah telefonun alarmı ile başlayan
silsile, kahvaltısını yalnızca atıştırmalık ile geçiştirmesi ile devam
ediyordu. Hatta okulda kendisine verilen proje ödevleri ertelemesine neden
oluyordu. Bununla birlikte vize ve final sınavlarına da çalışmayı sınavdan bir
gün önceye erteliyordu. Ertelemek onun için bir yaşam stili gibiydi. Gece
yediği yemeğin bulaşıklarını bile sabah kahvaltı sonrasına erteliyordu. Hatta
bu nedenle okula giden otobüsü kaçırıyor, durakta 15 dakika daha sonraki
gelecek olan otobüsü bekliyordu. Arkadaşları ve ailesi ile iletişimini bile
etkiliyordu bu erteleme huyu. Uzun zamandır onu görmeyen annesi aradığında,
“Ben ona sonra dönerim” deyip, sonra da aramayı unuttuğu birçok kez olmuştu.
Çocukluk arkadaşlarını da bu nedenle birçok defa ihmal etmişti. Oysa
bu erteleme huyunun ona ne denli zarar verdiğinin farkında bile değildi.
Hayatın içinde her şeyin, her şey ile ilgili olduğunu bilmiyordu henüz. Sonra
ararım ya da sonra yaparım dediğinde sanki yapması gereken işten kurtulduğunu
düşünürdü hep. O işlerin büyüyüp kendi önüne neden geldiğini hiç bilinçli
şekilde düşünmemişti. Hayat, tesadüfler ve ihtimaller zincirinin kendisine denk
gelen kısmı gibiydi onun için.
Saatine baktı, yetişecek gibiydi... Tren 12:24’te perona yaklaşacaktı. Saat, 12:21’i gösteriyordu. Trene yetişeceğini anlayınca koşuşturmayı bırakır gibi oldu. Artık treni kaçıracağı endişesi kalmamıştı. Ancak adımları hala hızlıydı, bu nedenle kalabalığın içinde ilerlerken karşıdan gelenlere çarpmaması için bazen yan dönmesi gerekiyordu. Cebinden telefonunu çıkardı, bir kez daha saatine baktı. Sonra kendisine gelen elektronik postadan hangi vagonda olduğuna baktı. Dördüncü vagonun yanaşacağı alana doğru ilerledi. Alanda trene binecek diğer insanlar yerlerini çoktan almıştı. Emre bekleyen insanlara bakıp kendisini şanslı hissetti. Onlardan sonra oraya varmasına rağmen, onlarla trene binmek için aynı seviyede olmanın sevincini yaşadı bir an. Dördüncü vagonun yanaşacağı alanda bekleyen insanlarda ise sakinlik hali vardı. Orta yaşlı bir kadın, treni beklerken ayakta olmasına rağmen tek elle kitabını okumaya koyulmuştu. Genç bir kız ise oturduğu bankta telefonu ile uğraşıyordu. Diğer tarafta çocuğunu trenin yanaşacağı alandaki sarı çizgiden uzaklaştırmaya çalışan bir kadın vardı. Emre telefonu ile uğraşmakta olan kızın yanına oturdu. Tekrar telefonunu çıkardı, yine aynı elektronik postayı açtı. Bu sefer oturacağı koltuğun numarasına baktı. “12A” Tam o sırada gözü önünden tekerlekli bavulu ile geçen yaşlı adama takıldı. Düzgün giyimli, yaşıtlarına göre iri yarı olan bu adamın bavulu ne kadar da kendi çantasına benziyordu. Ancak kendi çantasının son seyahatinde fermuarı bozulmuş, bir türlü tamir ettirecek zaman bulamamıştı ya da tamir ettirmeyi her seferinde yine ertelemişti. Bu nedenle sırt çantası ile ona sığmayan birkaç parça eşyasını, üzerinde bir giyim markasının ismi yazan bezden büyük bir poşete koymuştu. Adamın bavuluna bakarken "Geçen gün aklıma da gelmişti keşke bozulan fermuarı yaptırsaydım. Böylelikle elimde bu bez poşet ile kalmazdım.” diye geçirdi içinden.
Saat 12:25 olunca tren perona
yaklaştı ve Emre oturduğu yerden yavaşça doğruldu. “Bir dakika gecikti” diye
geçirdi içinden. Yaşlı adamın ve genç kızın arkasında, yaklaşan trenin
kapısının önünde trene binmek için sıraya girdi. Trene girip oturacağı koltuğa
doğru ilerlemeye başladı. Az önce bakmasına rağmen koltuğun numarasını
unutmuştu. Bir yandan ilerlerken bir yandan da sağ elinde bulunan bez poşeti
sol eline aldı. Sağ ön cebinde bulunan telefonu çıkartıp oturacağı koltuğa
yeniden baktı. “12A…” Telefonu yeniden cebine koyduğunda on ikinci koltuk
sırasına gelmişti bile. Kendi oturacağı boş koltuğun yanında az önce gördüğü
yaşlı adam çoktan yerini almıştı. Başı ile selam verip “müsaadenizle” dedi
kibarca.
Emre kendinden büyüklere hayatı boyunca hep saygı ile yaklaşmıştı. Sık sık aynı şeyi öğütleyen dedesinin bunda etkisi büyüktü. Yaşlı bir insan görünce aklına hep dedesi gelir, ona duyduğu derin saygıyı tanıştığı diğer insanlara da aktarmak isterdi. Dedesi eve akşam geldiğinde ceketinin yan cebinden çıkan sıcak leblebinin tadını hala hatırlıyordu. O azıcık, sıcak leblebi evde kapış kapış gider tadı damakta kalırdı. Kendisi leblebiyi yerken dedesi yanına oturur, bir yandan başını okşarken diğer yandan da onu öğütlerdi. İşte bu öğütlerden biri de büyüklere saygılı davranmasıydı.
Yaşlı adam iri cüssesini hafif
yana kaydırdı ve Emre’ye pencere kenarı koltuğa geçmesi için yer verdi. Emre
cam kenarına oturdu. Tüm bu koşturmaca sonrası terlemişti. Oldu olası
terlemekten pek hoşlanmazdı. Vücudu hafif ıslandığında, ya da alnı azıcık
terlediğinde huzursuz hissederdi. Bahar ayının ortasıydı ve gömleğinin üstüne
kot ceketini giyinmişti. Kot ceketini çıkardı elinde taşıdığı bez
torbanın içine tıkıştırdı. Hala yerine tam yerleşememişken bir yandan üstü başı
ile uğraşırken bir yandan da telefonunu ve kulaklığını cebinden çıkartıyordu.
Yanında oturan iri cüsseli adama her hareketinde kolu çarpıyor, eli ile
affedersiniz anlamına gelen “dur” işareti gibi bir hareket yapıyordu. Sonunda
koltuğuna yerleşti ve yanında bulunan geniş pencereden dışarı bakma fırsatı
buldu. Tren bunlar olurken hareket etmişti bile. Geniş pencerede, önce evlerden
oluşan şehir manzarası, sonra da sanayi bölgeleri ve tarlalar hızlıca
geçiyordu. Bir süre sonra şehrin dışına çıkmışlardı. İçinde bulundukları mevsim
itibari ile her yer yemyeşildi. Bu, tren yolculuğunu daha bir eğlenceli hale
getiriyordu. Bir müddet müzik dinledikten sonra kulaklıklarını çıkardı. Tam o
sırada tren içerisinde ikramlık satışı yapan iki görevli koltuklarının yanında
belirdi. “Bir şeyler içmek ister misiniz?” sorusunda kendisi ve yanında oturan
yaşlı adam aynı anda çay cevabını verdiler. Her ikisi de aynı anda gelen bu
cevabın üstüne hafifçe gülümsediler. Görevliler, çayı önce Emre’ye verdiler.
Henüz onlara ücretini ödeme hazırlığındayken, yaşlı adam “ikisini de buradan
alın lütfen” dedi. Emre bu davranış sonucu yaşlı adama dönüp teşekkür
etti. Yaşlı adamda ona “öğrenci misin?” sorusunu yöneltti. Derken
aralarında konuşma başlamış oldu.
- “Geç kalmış gibiydin, seni
koşarken gördüm.”
“Evet.” dedi Emre. “Gece geç yatınca hali ile sonuç böyle oluyor.” “Bende bir zamanlar öğrenciyken sınavlara hazırlandığım zamanlarda öyle olurdu” dedi adam. “Hatta bir işe başlamak çok zor geliyordu. Başlayınca sonunu getiriyordum orası ayrı ama başlamak en zoruydu benim için. Hatta başlamak bir yana yapmam gereken her şeyi erteliyordum.” Emre adamla ortak yanları olduğunu görünce hoşuna gitti. “O zamanlar hem okuyup hem çalışıyordum, bir de gece işten geç çıktığım anlar oluyordu, sabahları gerçekten yatağa yapışıyordum” dedi adam. Hem okuyup hem çalıştığını öğrenince adama saygısı biraz daha arttı Emre’nin. “Okul bitip işe girip daha düzenli bir hayata erişince bile zor hallettim o işi. Hem ben halletmesem hayat bana bunu öğretiyordu zaten” diye sözlerini sürdürdü. Adamın kendi hayatı ile ilgili bir hikâye anlatacak olduğunu anlayan Emre, adamı daha dikkatli dinlemeye başladı. “Nasıl yani” dedi oturuş pozisyonunu biraz daha adama döndürerek. “İş hayatımın ilk yıllarında bir baraj inşaatında işe başlamıştım. İnşaat sırasında çıkan hafriyatın yüklendiği kamyonların, bakım işlerinden sorumlu mühendistim. Kamyonlardan birisinin fren aksamında bir parçanın değişmesi gerektiğini söylemişti bir çalışanım. O hafta işveren kontrole geleceğinden işi bir an önce yetiştirmek istiyorduk. Bu nedenle idare etmesi gerektiğini söyledim. Nereden bilebilirdim ki yüklü kamyonun yokuş aşağı inerken frenlerinin boşalacağını. Zavallı adam ölümden dönmüştü resmen. Neyse ki adama da kamyona da pek bir şey olmamıştı. Bunu hayatımda bir işi ertelememe konusunda bir işaret kabul ettim. Ve kişiliğimdeki bu yanımı düzeltmek için çaba sarf etmeye başladım. İlk bakışta hayatımıza pek etkisi yokmuş gibi görünen bir huyumuzun, gerçekten de hayatımıza çok büyük yön veren bir davranış şekli olduğunu anladım. Ama bunu ancak o davranıştan kurtulunca anlıyorsun. O çok küçük ve önemsizmiş gibi görülen davranışın aslında hayatının her anına yön verdiğini.”
“Peki” dedi Emre. “Siz nasıl
kurtuldunuz bu her şeyi erteleme davranışından.” “Neden her bir şeyin belli bir
zamanı var sorusu geldi aklıma. Bunun için doğayı gözlemledim. Yani her şeyin
bir zamanı olduğunu anladım önce. Güneş ‘ben şimdi değil de bir saat sonra
doğayım’ diyor mu? Ya da yağmur yüklü bulut içerisindeki nemi yeryüzüne
bırakmayı erteliyor mu? Sen bir ağaç olsaydın çiçeklenme ya da meyve verme
zamanını üç ay erteleyebilir miydin? Ya da göçmen bir kuş olsaydın, göç etmeyi
iki ay sonraya bırakır mıydın? Bu mükemmel döngünün sebebinin her şeyin
zamanında olduğunu anladım yani. Bu nedenle bende her şeyi olması gerektiği
zamanda yapmaya çabaladım. Ama önce en basitinden alarak. Çünkü biliyordum ki
basiti yapamasaydım zor olanı hiç yapamayacaktım. En basit olarak akşam uyuma
zamanımı ve sabah kalkma zamanımı ertelememeye çabaladım. Bir de baktım ki
sadece uyma ve uyanma zamanımı düzenleyince hayatımda ertelediğim birçok şey
düzene girmiş. O zamana kadar hiç düşünmemiştim çalışan işçilerin mesailerinin
hesaplanmasının benim uyuma zamanımla ilgili olduğunu. Anladım ki hayatta her
şey her şey ile ilişkili. Benim, çalışanın mesaisini zamanında hesaplamam, onun
zamanında ücretini alması anlamına geliyordu. Mesaisini zamanında alan bir işçi
hakkettiğini hakkettiği zamanda aldığından işinde, dolayısı ile evinde daha
mutlu oluyordu. Onun eşinin mutlu olması ile benim erken uyanmam arasında bir
ilişki vardı. Tıpkı bugün senin sabah geç uyanman ve trene zor yetişmen ile
ikimizin de bundan sonraki hayıtının ilişkisi olması gibi. Tıpkı bu sabah
zamanında uyanan bir trenin makinisti gibi. Bu trende bulunan hiç kimse
makinistin dün gece geç saatlerde eşi ile kavga etmesini istemezdi değil mi?
Hayatımızda önemsiz ya da ilgisizmiş gibi görünen şeylerin aslında detaya
indiğimizde hayatımızda ne kadarda önemli olduğunu anlıyoruz.” Tüm bu
konuşmalar yapılırken her ikisi de çaylarından son yudumları almışlardı. O son
yudumu alırken Emre’nin gözü dışarıda bulunan manzaraya kaydı yine. Ancak
aklında yanında oturan yaşlı adamın söyledikleri vardı. “En basitim nedir?”
diye düşünüyordu. En basitinden başlayacağı bir davranışı! İçinden “banyo” diye
haykırdı. Yüzünde bir gülümseme oluştu belli belirsiz. Tren gideceği yere
varmak üzereyken nereden başlaması gerektiğini bulmuştu.
8 Yorumlar
Her ne kadar farkında olsak da ertelemeden duramıyoruz maalesef…
YanıtlaSilErtele ertele nereye kadar :) Okurken vucuda hızlı yayılan hastalık gibi olduğunu fark ettim. Erteleme insanın hayatına çok hızlı yayılıyor.
YanıtlaSilYazan hocam, betimlemeleri güzel yapmış, kalemine sağlık. Yasayıda hikayenin içinde, başından sonuna güzel sindirmiş, ellerine sağlık hocam.
YanıtlaSilFarkında olmadan hayatımızda ertelemeyi alışkanlık haline getirebiliyoruz. Bunun nerelere varabilecğini hiç düşünmeden yapıyoruz bunu. Bazen sonuçları çok ağır olabiliyor. Oysaki çözümler çok basitmiş, yeter ki çözmek isteyelim.
YanıtlaSilBu çok yaygın olan problemi hatırlattığınız ve çözümünü bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.
Ne kadar samimi bir dille anlatılmış. Eline sağlık.
YanıtlaSilHikayeyi okurken hani derler ya "hayatımdan bir kesim bir film şeridi gibi aktı". Evet öyle oldu. İş hayatımda yönetici pozisyonunda idim. Bu erteleme konusu hep çalışma grubumun ayak bağı olmuştu. Her gün yapılması gereken toplantıya her gün birileri geç kalıyordu.
YanıtlaSilÇözüm için üniversitelerden eğitmen hocalar davet edip eğitimler verdirmiştim. Ama ne çare?Eğitime bırakın geç kalmayı katılmayanlar vardı.
Sonra hep aynı kişilerin bu şekilde davrandığını belirlemiştim. Toplantıları zamanında gelenlere haksızlık olmaması için saatinde 1 dakika içinde başlatmaya ve geç kalanı da almamaya başladım. Açıklama olarakta senin gibi biri ile ben değil sen uğraşmalısın der oldum. Kendimce çalışanları; 1 kala , 1 geçe ve tam zamanında olarak sınıflandırdım.
En faydalıları hep bir kala grubu oldu. 1 geçe grubu hep mazeretlerle işini sürdürüyor hep bir kayıba neden oluyorlardı, yetmiyotmuş gibi sorunu da hep başka yerlerde göstermeye çalışıyordu. Bunun kötü bir alışkanlık olduğunu anlamış ve geç kalanları işe almamaya başladım.
Her şey her şeyle ilgili ya, çalışma ortamı daha verimli, satışlar ve teslimatlar zamanında olmaya başladı. Hatta bu değişimi farkeden ve teşekkür eden müşterlimiz olmuştu.
Deneyimsel Tasarım Öğretisinde aldığım eğitimlerde bu kon
Hayati konularda deneyim trasnferi insanı ipten alır... Teşekkürler bunu tekrar hatırlattığınız için.
YanıtlaSilBu mükemmel döngünün sebebinin her şeyin zamanında olduğunu anladım… çok güzel bir detay olmuş gerçekten …
YanıtlaSil