Ağustos ayında Sapanca’nın havası çok güzeldir. Sabahları güneş etrafı aydınlatır. Mert’in evinin olduğu yer güneş aldığı için aydınlıktı. Temiz ve serin bir havası vardı. Sapanca ağaçların bol olduğu bir yerdir. Mert’in aldığı ev, çevresi ağaçlarla çevrili bir yerdeydi. Evin etrafı yarım metre boyunda mavi çitlerle çevriliydi ve ufak bir giriş kapısı vardı. Kapıdan girdikten sonra, çimlerle çevrili toprak yoldan tek katlı evin kapısına ulaşılıyordu. Evin çok geniş bir verandası vardı. Tüm gününü bahçede veya verandada geçiriyordu. Bahçenin içinde birbirinden farklı ağaçlar vardı. Uzun zamandır bahçeyle ilgilenememişti, bakımsız bir haldeydi. Bir de çocukların oynaması için basket potası vardı. Mert gençliğinde basketbolu çok sevdiği için çocuklarının da basketbol oynamasını istiyordu. O sebepten bahçeye güzel bir pota yaptırmıştı. Ama uzun zamandır çocukları ve torunları ziyaretine gelmemişti. Eşi için de iki ağacın arasına bir salıncak yaptırmıştı. Ama eşini kaybettikten sonra o salıncağa bakmak bile ona acı veriyordu.
Mert üniversite okurken hafta sonları Nişantaşı’nda bir
kafede çalışmıştı. Çalıştığı yerde güzel giyimli, güzel arabası olan yakışıklı
erkekleri, güzel kadınları görüyordu. İşletme müdürü her müşteriyle yakından
ilgileniyordu. Gelen insanların hepsi çok mutlu gözüküyordu. İstedikleri birçok
şeyi yapacak imkânları olan bu insanlar Mert’i çok etkilemişti. Mert, erken
yaşta karar vermişti. “Mutlu ve başarılı olmak için zengin olmam lazım!”
Üniversitede okurken ekonomik olarak zorluğunu yaşamıştı.
Birçok arkadaşı evde kalırken, Mert üniversite hayatı boyunca yurtta kalmıştı. Uzun
tatiller haricinde ailesini görmeye pek gidemiyordu. Hafta sonları
arkadaşlarıyla beraber olmak yerine çalışmak zorundaydı. Ama hiç şikâyet
etmiyordu. Bazı eksikleri vardı. Mutsuz değildi ama hayatının devamında böyle
bir yaşam istemiyordu.
Üniversiteden mezun olduktan sonra birkaç yerde geçici olarak çalışmıştı. Firmalara iş başvurusu için özgeçmişini göndermişti. Başvurduğu firma da depo için personel arıyordu. Onun için basit bir işti ama firmanın uluslararası olması iş başvurusunda etkili olmuştu.
İş arkadaşlarıyla iletişimi ve ilişkisi gayet iyiydi. Elinden
geldiği kadar insanlara işlerinde yardımcı olmaya çalışıyordu. Çalışkanlığı ve
insanlarla kurduğu iyi iletişim yöneticilerinin de ilgisini çekiyordu. İş
yerine herkesten önce gidip herkesten sonra çıkıyordu. Neredeyse tüm vaktini
çalışarak geçiriyordu. Bir süre sonra önce depo sorumlusu oldu. Aradan çok geçmeden
sevkiyat sorumlusu oldu. Tabi maaşı da terfilerle artmıştı.
Üniversite zamanında konuştuğu bir kız arkadaşı vardı. Hande
ile uzun zamandır görüşüyorlardı. Ekonomik durumu biraz rahatlayınca evlenmeye
karar verdiler. Güzel, sade bir düğünle evlendiler. İki yıl sonra ilk çocukları
Can dünyaya geldi.
Mert iş yerinde daha önemli mevkilere gelmişti. Kazancı
artmış, aynı oranda sorumluluğu da artmıştı. Artık hafta sonları da işleriyle
ilgilenmesi gerekiyordu. Yurt dışı seyahatleri olmaya başlamıştı. Mert’in bu
yoğunluğundan eşi pek memnun olmasa da ses çıkarmıyordu. Can’ın doğumu onları
çok mutlu etmişti. Artık aileleri üç kişi olduğu için Mert daha çok çalışması
gerektiğini düşünüyordu. Sabah erken saatlerde çıkıyor, çok geç vakitte
geliyordu. Eve geldiğinde, oğlu ve eşi genelde uyumuş oluyordu. Bu yoğunluk
uzun bir süre böyle devam etti. Mert de ailesiyle vakit geçirememekten şikâyetçiydi.
Ailesini mutlu ve rahat ettirmek için daha çok çalışmasını gerektiğini
düşünüyordu.
Can dört yaşına geldiğinde ikinci çocukları Cem dünyaya
geldi. Mert ilk çocuğunun büyüdüğünü görememişti. Bu sefer Cem’in ilk yaşlarını
kaçırmak istemiyordu. Daha güzel olacağını düşünüp, Sapanca’daki evi almaya
karar verdi. Ailesi büyüdüğü için arabayı da büyütmesi gerektiğini düşünüyordu.
Bunlar daha çok çalışması anlamına geliyordu. Ailesinin daha mutlu olacağını
düşünüyordu. Onlar babalarıyla daha çok vakit geçirmek istiyorlardı. Yurt dışı
seyahatleri o kadar artmıştı ki babasının cenazesine son anda yetişebilmişti.
Yıllar geçtikçe Mert firmada daha da yükselmişti. Gayet iyi bir geliri olmaya başlamıştı. Bu arada çocuklar büyümüş liseyi bitirmişler ve üniversiteye başlamışlardı. Seneler ne kadar da hızlı geçmişti? Çocuklar ne ara bu yaşa gelmişti? Mert bu zamanları kaçırdığı için çok üzgündü.
O evi, çocukları ile daha çok vakit geçirmek için almıştı. İşlerinin yoğunluğundan onlarla çok vakit geçiremedi. Çocuklar daha rahat etsin diye arabasını büyüttü ama arabanın borcunun ödemek için daha çok çalıştı. Çocuklar iyi eğitim alsın diye özel okula gönderdi. Okul aidatlarını ödemek için hafta sonu da çalışması gerekti. Tüm bunları ailesi için yapmıştı ama ailesinin yanında olamadı.
Mert imkânı arttıkça daha mutlu olabileceğini ve mutlu
edebileceğini düşündü. Eğer öyle olsaydı, imkânları az olan herkesin mutsuz
olması gerekmez miydi? Ya da imkânları olan herkesin mutlu olması gerekmez
miydi? Fakat insan çevresine baktığında öyle olmadığını görebilir. İmkânları
olup da mutsuz olanlar olduğu gibi, kısıtlı imkânları olup da mutlu olan
insanları da vardır. Mutluluğun maddi imkânlarla doğru orantılı olduğunu
zannetmek bir illüzyondur. Böyle olunca araba, ev, en lüks yerde tatil yaparak somut
şeylerle mutlu olabileceğimizi zannederiz. Bunlara sahip olmak kötü değil ama
insanı mutluluğa götürecek şeyler bunlar değildir.
Mert çok iyi imkanlara sahip olduğunda bu onun kişiliğinin önüne
geçti. Çok parası olduğu için karısı daha pahalı hediyeler istemeye başladı.
Gençliklerinde güzel bir söz gönlünü almak yeterliydi. Çocuklarım okusun diye
daha zengin olduğunda, zenginiz diye okumadılar. Arkadaşları çok parası olduğu
için sadece sıkıştıklarında arar hale geldi. Çalışanları bir patrondan çok, zam
isteyecekleri prim isteyecekleri biri olarak görmeye başladı.
Mert’in imkanlarını artırmak istemesinde problem yoktu ama sahip
olduğu imkanlar bir süre sonra Mert’i esir aldı. İşi, parası Mert’i yönetmeye
başladı. Ailesi için kazandığı söylüyordu ama kazandığına düşkün olmaya
başladı. Çok parası olduğu için paraya da en çok ihtiyacı o hissetmeye başladı.
Daha az imkanı olduğu zamanlardaki şeyleri bile yapamamaya başladı. Ailesi ile
vakit geçiremedi, uzun süre bir tatile gidemedi. Çok uzun zamandır anne ve
babasını ziyaret edemedi. Sahip olduklarını parası ile elde ettiği için
parasını kaybettiğinde her şeyini kaybedeceğini düşündü. Eşinin ilgisini,
çocuğunun sevgisini, çalışanının saygısını…
O yüzden de şirketten emekli edilinceye kadar çalışmaya
devam etti. Emekli edilince kendini çok kötü hissetti. İnsanların artık ona
saygı duymayacağını ve sevmeyeceğini düşündü. Çok alıngan ve huysuz biri oldu. Kalan
ömrünü geçmişte kazandıklarını düşünerek geçirdi. Ama geçmişte kazandıkları da
ona hayal ettiği imkanları verdi ama hayal ettiği huzuru ve mutluluğu vermedi…
İnsan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. Tüm
seçimlerini bunun için yapar. Mutlu olmak için yuva kurar, aile olur. Başarılı
olmak için okur, iş kurar, çalışır. Mutlu ve başarılı olmak için yaptığımız
hamleler bizi başarılı yapsa da mutlu yapmayabilir.
Yaşadığımız dünyaya baktığımızda,
Gecenin ayrı bir heyecanı ve güzelliği var, gündüzün ayrı.
Kış mevsiminin ayrı bir keyfi var, yaz mevsiminin ayrı.
Denizlerin ayrı bir ihtişamı huzuru var, ormanların ayrı.
Bunların tadını çıkarmak için insanın en lüks imkanlara ihtiyacı yok. Önemli olan imkanlara sahip olmak değil sahip olduğu imkanlar ile en iyisini yapabilmektir. Aslında önemli olan sahip olduklarının temasıdır. O yüzden insan kazandığından çok kazandığının bereketli olmasını ister. Peki bereket nedir? Bir şey insana nasıl temas eder? Gerçek başarı nedir? Gerçek mutluluk nedir?
8 Yorumlar
Sahip olduğumuzu zannettiğimiz imkanlar, bazen de bize sahip oluyor.
YanıtlaSilGercektende insan imkanlarini arttirip dunyasini buyuttukce mutlu olacagini sanir ama aslinda dunyasini buyuttukce dertlerini ve sikintilarini ve sorunluluklarinida arttirir. Halbuki insan somutlukla degil soyut olan aile birligi dirligi bagliligiyla ve elindeki imkanlari kalpleri bir olan cevresiyle yasadikca gercek mutlulugun tadina varir
YanıtlaSilAşırılaştığımız sey bize zarar veriyor.
YanıtlaSilO kadar kıymetli sorular ki cevapları merak etmemek mümkün değil...
YanıtlaSilİnsan zihni tanımlamalar ile çalışır. Yanlış tanımlamalar; yanlış kararlar almamızın oranını artırmaktadır. Mert aslında çok çalışkan bir karakter lakin gerçek mutluğu ve başarıyı yanlış tanımlaması; işin sonunda onu mutsuzluğa itmiş. İş hayatında aşırılığa gitmesi; onu maddiyatta bağımlı yapmış. Dolayısıyla ailesine ve kendisine ayırması gereken sürelerden çalmış. Hayatta önemli olan birşeyin ya da birşeylerin fazla olması değil; onların bize ne kadar teması etmesidir...
YanıtlaSilElinde olan imkanlarla mutlu olabilmek ...
YanıtlaSilHer imkan alınan yanlış kararlarla birlikte, bu hayattaki aldığı tadların azalmasına neden oluyor.
YanıtlaSilArtık bir zaman sonra insan > gibi başlangıç cümleleri kuruyor
Birşeyler kazanırken birşeyler kaybediyoruz. Kaybettiklerimiz kazandıklarımızdan daha kıymetli olabiliyor. Anladığımızda ise artık çok geç...
YanıtlaSil