Gamze pek de iyi bir çocukluk geçirmemişti. Anne ve babası boşandığında, çok küçük bir yaştaydı. Boşanma sonrası onun ve ablasının velayeti annesinde kalmıştı. Fakat ebeveyn olan annesi değil, daha çok Gamze gibiydi. Boşanmadan sonra anneannelerinin yanına yerleşmişlerdi. Annesinin daha önceden de olan alkol alışkanlığı iyice artmıştı. O kadar ki bazı günler sokaktan bulup getiriyorlardı. Değil annelik yapmak, bilincini bile açık tutamıyordu. Ablası ise nispeten ferah bir ortamda yetişmişti. Gamze’den beş yaş büyüktü. Ailesi ablası Nazan doğduğunda çok rahat ve huzurluydu. Bu rahat ortamda ailesi Nazan’ı daha şımarık yetiştirmiş, bir dediğini iki etmemişlerdi. Anneanne ise birçok hastalığı olan yaşlı bir kadındı. Bu yüzden evin bütün yükü, Gamze’deydi.
Daha küçük yaşlardan beri ev işlerini yapıyordu. Annesi ve anneannesine bakıyor, ablasının bile arkasını o topluyordu. Üniversiteyi şehir dışında kazandığında bile iş bulmuştu. Hem okuyor hem de evine para gönderiyordu. Bazı zamanlar annesinin alkol bağımlılığı sebebiyle memleketine geliyordu. İşleri tekrar yoluna koyup okuluna ve işine dönüyordu. Bu şartlarda üniversiteyi zar zor bitirip iş hayatına atılmıştı.
Hayatta her dezavantajın yanında mutlaka avantajın olduğu gibi
yaşadıkları onu çok güçlendirmişti. Tuttuğunu koparan çok marifetli bir kız
olmuştu. Bir hedef koyduğunda ona ulaşmak için azimle çalışırdı. Zorluklarla
mücadele etmek, ona çevresindeki insanlara göre seviye atlatmıştı.
Çocukları çok seviyordu, bu sebeple bir an önce aile kurmak
istiyordu. Yakın bir zamanda Fevzi isimli bir çocukla tanışmıştı. İyi anlaşıyorlardı
ama bir sorun vardı. Fevzi neredeyse her akşam alkol alıyordu. Öyle alkolik
falan değildi, hani “sosyal
içici” dediklerindendi.
Gamze, geçmiş annesi ile ilgili tecrübelerinden dolayı alkolden uzaktı.
Fevzi’nin bu durumu kafasında soru işaretiydi. “Nasıl olurdu acaba? İleride sorun çıkar mıydı?” Tüm bunları düşünürken Fevzi’nin
evlilik yolunda arkadaşlık teklifi gelmişti. Peki, ne cevap verecekti? Olur
muydu gerçekten?
İlişkileri ilerlerken Gamze,
Fevzi’yi içkiden uzak tutmaya çalışıyordu. Çok geçmeden artık Gamze de
Fevzi’nin içkili arkadaş ortamına girmişti. Çünkü kabul etsek de etmesek de
hayatta değiştirmeye çalışan hep kendi değişiyordu. Hayatın içinde değişmeyen
yasalardan biriydi bu. “Aman ne olacak”, “Hem ben kullanmıyorum ki” diye kendi kendine söylenir olmuştu. “Ben
sınırımı bilirim, irademe hâkimim”…
Aslında sınırını belirlerken keskinliğin önemini fark etmemişti.
Sınırlardaki keskinlik ortadan
kalkınca her şey iç içe geçiyordu. “Ne” sınırın içinde, “Ne” sınırın dışında belli olmuyordu. Zarar veren düşman içerde,
fayda veren dost dışarıda kalıyordu. Her şey bu kadar karmaşıklaşınca da irade
zayıf düşüyordu. Bu karmaşık ortam tıpkı ışıkların kapalı olduğu karanlık bir
oda gibiydi. Karanlık odada insan eline ilk ne gelirse onu seçmesi tesadüf
değildi. Bu da seçim değil, zorunluluktu aslında. Zorunluluğun olduğu yerde ne
kadar iradeden söz edilebilir ki. İşte, insanın iradesi o keskin sınıra
yaklaşıncaya kadardı. O sınıra yaklaşıp, yaklaşmamaktı aslı olan. Sınıra
yaklaşınca artık olacak olan mutlaka olurdu. Bu sebeple sınır insanın koruma
kalkanıydı.
Fevzi’nin önceleri itici gelen ortamı Gamze için artık alışıldık olmuştu. Masada dönen muhabbetler de hoşuna gidiyordu. O muhabbetin de bir kuralı vardı, öyle her konu konuşulmazdı. Mesela insanların tartışabilecekleri siyaset asla konuşulmazdı. Gamze artık masaya meze bile hazırlıyordu. Zaten yatkındı böyle mutfak işlerine. Fevzi artık Gamze’nin kendisi için ideal kadın olduğuna emindi. Evet, artık zamanı gelmişti, ona evlilik teklif edecekti. Cuma akşamı boğazdaki bir mekânda buluşacaklardı.
Gamze özel bir şeyler olacağını anlamıştı. Böyle pahalı bir
mekânda ilk kez buluşacaklardı. “Sonunda
o özlediğim yuvaya kavuşacağım” diye
geçirdi içinden. Heyecandan ölecek gibiydi. “Öyle hemen evet demeyeyim,
biraz ağırdan mı alsam ne” diye
düşündü. Yüzünde çocuksu bir tebessüm vardı.
Sonunda Cuma günü çabucak gelmişti. Mekânın yeri ve ortamı
gerçekten çok güzeldi. Harika boğaz manzarasına hafif bir müzik eşlik ediyordu.
Yemekleri de oldukça lezizdi, “Ee…
daha ne olsun, tam da evlilik teklifi edilecek ortam” diye düşünüyordu Fevzi.
-“Aslında gecenin biraz daha ilerleyen saatlerini bekleyecektim. Fakat dayanamayacağım, şu an tam ortamı” dedi, Fevzi.
- “Neyin
ortamı canım?” diyerek anlamamış
gibi yaptı, Gamze.
-Heyecanla
haykırdı Fevzi: “Bir ömür boyu soframın mezesi, hayatımın neşesi ol. Yani benimle
evlenir misin Gamze? ”
-“Gerçekten
mi? Hiç düşünmemiştim bu akşam böyle olacağını” diyerek bir yandan da ağlamamaya çalıştı Gamze. “Hemen
evet demeyeyim, beklesin birkaç gün”
diye içinden geçirdi. “Çok ani oldu, biraz düşünmeme müsaade eder misin? En
azından birkaç gün Fevzi.”
- “Tabi canım
önemli bir karar, düşünmekte fayda var” dedi, Fevzi. “Bu arada biz anın bu
akşamın tadını çıkaralım. Yemekten önce birer kadeh bir şeyler içelim. Artık
evlenince daha sık yaparız böyle şeyler. Sen de alışmış olursun bu içkiye.”
- “Yani, bilemedim
ki şimdi, çarpmasın beni… Neyse, bir kadehten bir şey olmaz. Hadi kırmayayım
seni, özel bir gün bugün” dedi Gamze.
- “Hadi bakalım,
yeni hayatımıza” deyip kadehini kaldırdı Fevzi.
- Tebessüm edip, “hadi bakalım” deyip bir yudum aldı Gamze. O yudum ağzından gırtlağına gelinceye kadar birkaç saniye geçmişti. Birkaç saniyede Gamze’nin aklından sanki birkaç ömür geçti. Tüm çocukluğu, gençliği ve annesinin yaşadıkları birden gözünün önünde peydah oldu. Ne olmuştu böyle bir anda. İçkiden nefret eden o küçük kız çocuğunu hatırladı. “Ne yapıyorum ben böyle. Hani benim iradem çok güçlüydü? Oysa şimdi kınadığım o şeyi ben yapıyorum. Yazıklar olsun sana Gamze, bak sınırı aştın” dedi kendi kendine. Tam da o anda yudum gırtlağına değdi ve aniden tükürdü. “Benim gitmem lazım Fevzi, kusura bakma, ararım seni” dedi ve o mekândan bir hışımla çıktı.
Günlerce tüm hayatını ve hayatın öğrettiği acı deneyimleri düşündü. Tüm deneyimlerinin, sadece o sınıra yaklaşarak nasıl heba olduğunu gördü. Bir hatanın yavaş yavaş bir yanlışa dönüştüğünü anladı. Hem de hiç fark etmeden… Yavaş yavaş…
7 Yorumlar
hakkaten yavaş yavaş... fark etmez insan neye yaklaştığını...Yıllar sonra hatırladığında utandığın şeylere, zamanında nasıl da masumca gitmiş olduğunu fark eder..kaleminize sağlık
YanıtlaSilGamze son anda da olsa fark edebilmiş... Peki ya fark edemeyince... O bilinç kapalılığında iş işten geçtiğinde... Bir çoğumuz bu ilizyonda kendimize zulm etmedik mi yıllarca... İyi ki dediğim yer deneyimsel öğreti... İyi ki gerçeği hayatıma almam için yol gösterdi...
YanıtlaSilBağımlılıkların, insana toplamda zarar veren davranışların hepsinin başlangıcı da aynı değil mi? "Bana birşey olmaz" "Ben yapmam" "Ben içmem" diyip o ortamlara girmek...İnsan gerçekten zannettiği kadar güçlü mü?
YanıtlaSilİnsan kendi özgür iradesi ile özgürlüğünü kaybediyor aslında. Asıl mesele güçlü iken sınırları koruyabilmekte. Her yaklaştığımızda irademizin zayıflayacağını apaçık düşman olan çok iyi biliyor.
YanıtlaSilInsan BEN'im diyor, sinirlarini zorluyor, guc benim, zeka benim, ve daha bircok benim... Hangi sinira hangi hedef icin, hangi boyutta yaklastigi o kadar onemli ki insanin. Elinize saglik cok faydali guzel bir yazi olmus.
YanıtlaSilSınırı uygulayamama sebebimiz kültürümüz... elalem ne der ? peki ya birileri için yaşadığımız ömür ? onun hesabını kim verecek...
YanıtlaSilİnsan doğruya veya yanlışa nasıl da yavaş yavaş yaklaşıyor. Sınırları zorlamanın da özgürlük olduğunu zannediyor bilmediklerini doğru nasıl da cahilce ilerliyor. Haddi aşmanın öz güven olduğunu zannediyor. Yazı için teşekkürler.
YanıtlaSil